Günlerdir bekliyorsunuz, yazıyorsunuz, nerede kaldı diyorsunuz, Away Blog #3: Slovenya işte sizlerleeeeeeee. Öncelikle beklettiğimiz için özür dileriz. Aralık ayı hepimiz için çok yorucu ve sıkışık geçti, eee bir de bu resimleri tab ettirme süreci var derken yeni yıl öncesi sizlerin karşısındayız :) Bugün günlerden 6 Aralık. Sabah kulüpte antrenmanımızı yaptık, Perihan Abla’da klasik menümüzü yedik, uzun zaman sonra ilk defa güneşi gördüğümüz bir vakitte uçağa bineceğiz… Genelde seviyoruz güneşi görmeden, gözlerimiz şiş, uyanamadan uçmayı :) Gerçi bu fotoğrafa da akşam uçağında uyumayı tercih eden ve yol boyu gözlerini yemek dışında açmayı tercih etmeyen Przemek abimizi bırakalım.
Günlerden 7 Aralık, saat 10:00. Jetlag mi olduk nedir :) İnanın 2 saat farkı bile bazen bizi bitiriyor. Çok mu uyuduk az mı uyuduk bilmiyorum. Kahvaltıda şiş gözler beklerken bu fotoğrafla güne harika başlıyorum. Hande sabahın erken saatlerinde selfie çekiyorsaaa, tamam, uyanmış… Tekrar günaydın :) Uzun bir masamız var, herkes tabağına yepyeni lezzetler alıp gelmiş diyeceğim, yok, biz yumurtadan, zeytinden, peynirden devam :) Genelde o ülkeye ait özel şeyler tatmayı seviyoruz ama şimdi söz konusu kahvaltı ve günün en sevdiğim öğünü olunca, bildiğim sevdiğim yerden devam diyeyim :) Ama itiraf gelsin ki olmazsa olmaz kruvasanlardan birkaç çok adet yedim… Kahvaltıdan sonra streching, streching’ten sonra öğle yemeğine kadar sizlere şehri gezdirmek istiyorum. Haydi gidelim…
Şimdi gözlerinizi kapatın ve hayal edin. Otelden çıktınız, sol tarafınız dağ ama çok büyük bir dağ, dokunsanız değecekmişsiniz gibi (ilerleyen fotoğraflarda göreceksiniz), dağın ortasından geçen de upuzun bir dere. Sağ tarafa dönünce çok fazla yaşam belirtisi vermeyen ve genelde kapalı olan veya ışıklarını açmayan küçük dükkanlar ve birkaç cafe. Buradan yürüdükten sonra tekrar sol yapınca Faruk Eczacesiiiiii. Yok yok şaka :) Çocukların saatlerce durmadan kaydığı buz pateni pisti, onun önünde de her fırsatta gittiğimiz bir cafe vardı. Orada bir de sıcak çikolatayı keşfetmeyelim mi… Amanın. En son sıcak çikolataya ekmek banmak isteyenlerimiz vardı. Durun durun neyse, ileride anlatacağım size, çok uzatmayayım. Bu fotoğraf da burada kalsın. Ne kadar da ayaklarım yere sağlam basmış gibi gözükse de, bir sonraki fotoğrafa beklerim…
Gerçekte olan. Teşekkürler boyum.
Bir önceki fotoğrafta hayal kurmanızı istediğim buz pateni pistinin yanındaki cafe ve sıcak çikolatanın her anını değerlendiren Tico. Bazen deriz ya hani, keşke gözümüzle gördüğümüz kadar fotoğraflar da net çıksa, burada fotoğraf gerçekten gözümle gördüğümden daha güzel çıkmış :) Bu hayatta Tico’yu en çok ne mutlu eder diye sorarsanız sanırım çikolatalı herhangi bir şey diyebilirim. Tatlıyı çoook seviyor çok. Ama incecik, eee boy var tabi, aynı ben :) Hava çok soğuk ama oturduğumuz masaların altında ısıtma var. Sıcak çikolata, çocukların buz pateni heyecanı, sevdiğim insanların yanı başımda olmaları masanın altındaki ısıtmadan içimi daha çok ısıtıyor :)
Sıcak çikolatanın hakkını verenlerde bugün: Mc ve Laura. Çocuklar gibi şen. Elimde kameram, ben de çocuklar gibi şenim aslında. Demin buraya gelirken sokakta yürüyorduk. Sokaklar bomboş, sessiz, kimse yok. Şöyle bir iç çektim, çok mutlu ve huzurlu olduğumu hissettim. Başladım şarkı söylemeye. Kendimi çok özgür hissettim. Şarkı söylüyorum, yanımdaki arkadaşlarım gözümün içine bakıp gülümsüyor. Yargılayan yok, sessiz ol diyen yok. He biri sessiz ol dese ben sessiz olur muyum bilmiyorum da… :) Güzel bir andı. Buraya da yazayım istedim.
Konum bildiriyorum: Maja ve benim odam. Tabii ki canım dostum Hande. Bizi asla yalnız bırakmaz, kendi odasına hiiiiiç gitmez, git desem de gitmez. Maja marketten gelmiş. Her zamanki gibi herkesi düşünüp doldurmuş çantasını. Bir sürü çikolata, yiyecek. Öğle yemeğinden önce yemeyelim, sonra yeriz dedik de, dayanabildik mi bir sorun? Tico da yanımızda, çikolataların çoğu bitti. Lobiden kahve aldık, camı da biraz araladık, keskin bir soğuk, nefis. Hande’cim Maja’nın beresini almış takmış. Zaten hiç sevmez ya bere takmayı…
Saat 14:00. Herkesin karnı kesin dışarıda bir şeyler yemekten tok ama kimse çaktırmıyor :) Biz yine de yedik. Bunun üzerine ne mi yapılır? Antrenmana kadar uyunur tabii ki.
Uyuduk uyandık ne mi yapıyoruz. Yine bir şeyler yiyoruz. Bu sefer de aynı konumdan bildiriyorum, antrenman öncesi ara öğün yapıyoruz. Yarın maçımız geç olduğu için akşam antrenmanımız da geç saatte. Gittiğimiz her yerde, her zaman, mutlaka kruvasan yenir. Sabah kahvaltısında veya antrenman öncesi bir güzel gidiyor, anlatamam :) Tico da burada dünyanın en mutluuusuuuuu derken şimdi kamerayı başkasına veriyorum ve bizim köşemize dönüyoruz.
Beyza, ben ve Fatma. Hatırlıyor musunuz size daha öncesinde söylemiştik, otobüslerde herkesin yeri her zaman aynıdır, bu bir kural değil ama alışkanlıktır diye. Yemeklerde de bu aynı şekilde oluyor. Kesinlikle yer değiştirmiyoruz ve ilk gün nereye oturduysak, diğer öğünlerde de bu aynı kalıyor.
Dj Mermik ile antrenman yollarında…
Sanki 1900’lerdeyiz. Filmlerdeki gibi, sokağı aydınlatan bir ışık, parlayan tabelalar, karanlık ev önü. Ne güzel ama! Biraz daha net olsa çok daha güzel olabilirmiş ama ben yine de bayıldım. Resimdekiler kim yaa?? Saliha, Tico ve Elif mi? Ne yalan söyleyeyim ayakkabılarından tanımaya çalıştım. Tanıyan varsa yazsın J Antrenmandan geldik, şimdi yemek vakti. Yarın sabah görüşürüz…
İşteeeeee bahsettiğim o dağlar. Bu nasıl güzel bir görüntü. Her yurtdışı deplasmanı beni ayrı heyecanlandırıyor. Acaba nerede kalacağız, etraf sessiz mi, dolaşabileceğimiz yerler var mı derken her seferinde içimi daha da huzurla kaplayan bir yere gitme konusunda kendimi çoook şanslı hissediyorum. Aslında burada kızları çekmem gerekiyordu, en azından onlar öyle sanıyor… Ama ben dağlara ve yeşilliğe kendimi o kadar kaptırmışım ki, fotoğrafa dikkatli bakmasak, Elif, Hande ve Mermik’i göremeyecğiz…
Tabii ki bu güzel manzaranın her anının tadını çıkardık.
Otelden çıkıp hemen sağa dönünce yolun karşısında bizi bekleyen otobüse doğru giderken kızlara şöyle seslendim: ‘çekiyoruuuuuuuuum, 11111-22222-33333, çektim’ Bu fotoğrafı maç sabahından çektim. Güzel bir antrenman üzeri toplantı, toplantı üzeri yemek ve sonrasında da kazandığımız 3-0’lık galibiyet. İstanbul’a 3 puan ve averaj ile dönüyoruz. Bir hafta sonra evimizde rövanşı olacak, onu da kazanıp yolumuza CEV kupasında emin adımlarla ilerlemek istiyoruz. Kasım ve Aralık aylarını şimdiye kadar çok iyi geçirdiğimizi hissediyorum. Oyunumuz, sistemimiz yavaş yavaş oturuyor ve gün geçtikçe performansımızın üzerine koyarak ilerliyoruz. Haydi o zaman, dönüş yoluna geçme vakti.
Bundan sonra gelecek fotoğraflarda farklı modlar, anlık duygu değişimleri ve bol uyku göreceksiniz…
Günlerden 9 Aralık ve saat sabaha karşı 03:30. Dışarı çıktık ve lapa lapa kar yağıyor. Risk alıp yine de fotoğraf çekmek istedim ama hayalimden çooook daha güzel çıktı. Slovenya’dan Hırvatistan’a 4 saatlik araba yolculuğu için hazır ve heyecanlı gibi görünen Merve, bu fotoğrafta elindeki kumanyalar ile ne kadar mutlu çıkmış olsa da, ruhu uyuyor :) Bakalım otobüste kimler uyumamak için müzik açacak, kimler uyuya kalacak… Hep beraber birazdan göreceğiz. Ama öncesinde birkaç karlı fotoğraf daha bırakayım.
İstesem daha güzelini çekebilir miydim bilmiyorum :)
Tabii ki kendimi ışıkların ve yağan karın altında çekmeden otobüse binmeyecektim. Çok da güzel çekmişim :)
Bu saatte herkes nasıl bu kadar mutlu ben onu da anlamış değilim… :)
Ferhat Abi ve Beyza.
Alnımın ortasından kar topu ile vurulmuş gibi gözüksem de, bu fotoğraf da çok güzel.
Bana lütfen biri bu fotoğrafı açıklasın. Gecenin bir vakti hiç uyumadan otobüse bağlandığımız bu anda Hande, Tico ve Beyza bu kadar mutluyken, saniyesinde Zeynep ve Saliha’nın uyuya kalmasını ne yapacağız? He bir de, nasıl unuturum, meşhur ayaklar…
Burada çekiyorum dedim inanmadılar, ben de çektim.
Flash patlayınca inandılar tabii, hemen bir tane daha çekilmek istediler. Ya ben sizi kırar mıyım canlarım? Çektiiiiiiiiiim.
Fatma ve Fatma. Bu hayatta Fatma arkadaşımdan bir tane daha olsa mutlu olurdum herhalde. Çok güldüğüm, çok sevdiğim, vakit geçirmekten çok hoşlandığım biri kendileri. Otobüste ön koltuğumda oturuyor. Gıybetin dibine vurmuyoruz arkadaşlar, merak etmeyin…
Otobüse binerken uyuya kalanın fotoğrafını çekeceğim, kimse kusura bakmasın diye söylemiştim. Hani ben önden uyarmış olayım, sonra kimse bana ‘bunu nası çektin yaaaaaaa’ demesin. Teşekkürler herkes.
Abla kardeş hiiiç uyumayı sevmezler. Elif’cim günaydın, Zagreb’e geldik.
İstesem bu kadar çok uyuyan insan bir arada olamazmış sanırım. Hande galiba bu fotoğrafa otururken uyuyakaldı. Belki 1-2 dakikalık kestiriyordur. Yok arkadaş aldığımız, içtiğimiz kahveler de işe yaramıyor. Bize bir şey oldu. Biz yine jetlag olduk sanırım… :)
Hadi artıııııııııık, haydi İstanbul, çok hazırız sana gelmeye… Derken… Bir sonraki fotoğraf…
Şimdi de Hande’yi koltuktan kazıma vakti. Ah ya…
Biletlerimizi aldık, biz kaçtık. Şimdilik kendine iyi bak yurtdışı. Yakın zamanda görüşmek üzere.
Bu da Slovenya yolculuğumuzun son karesi. Çekerken çok keyif aldığım, okurken çok keyif aldığınızı düşündüğüm bir blog yazısı oldu. Az çok biz oradayken sizlere etrafı göstermeye çalıştık ama yazılarla çok daha keyifli, çok daha özel hissettiriyor. Siz bu yazıları bazen okurken gülümsediğinizi söylüyorsunuz, ben de fotoğraflara bakıp bir şeyler yazarken kendimi tebessüm ederken buluyorum. Kaptırmışım gitmişim… :) İşte bu da bizim hikayemiz. İstanbul’a bir dolu anı, hatıra, fotoğraf, çikolatadan aldığımız kilo ve kazandığımız maç ile dönüyoruz. Bir sonraki Away Blog’daaaa…… Yazacak arkadaşıma kamerayı vermeden önce, sizleri öpüyorum ve sizlere çok sarılıyorum. Kendinize iyi bakın.
Sevgiler,
Singe (n ile).